Türkiye’den sadece 300 km. kuzeyde, Karadeniz’in kuzeyinde bulunan Kırım yarımadası, asırlar boyu
Kırım yarımadasına 4. yüzyıldan itibaren yerleşmeye başlayan Kırım Türkleri, Hazar İmparatorluğu ve Altın ordu İmparatorluğunun bir parçası olarak yaşamış, Altın ordu Devletinin yıkılmasıyla birlikte 1441 yılında Hacı Giray’ın önderliğinde ilk devletlerini kurmuşlardır. 1454 yılında Fatih Sultan Mehmet Han’ın desteği ile Cenevizlileri yenmişler. Osmanlı Devleti’ne ittifak yolu ile bağlanan Kırım Hanlığı, uzun yıllar kudretli ve kuvvetli bir devlet olarak dünya siyasetinde yerini almıştır. Kırım Hanlığı orduları 300 yıl boyunca üç kıtada Osmanlı İmparatorluğu ile birlikte savaşmış, Kırım Türkleri bu süre içinde huzur ve güvenle yaşamışlardır. Bu süre içinde Moskova’ya seferler düzenlemişler, Ruslara kan kusturmuşlar ve Rus’un korkulu rüyası olmuşlardır. Osmanlı Orduları ile savaşlara katılarak zaferlere müşterek imzalar atmışlardı.
Rusya’nın gelişmeye başladığı dönemlerde Osmanlı Devleti güç kaybederken çıkan Osmanlı-Rus savaşı sonunda, 1774 yılında yapılan Küçük Kaynarca Antlaşması ile Kırım, Osmanlı’dan kopartılarak önce bağımsızlaştırılmış, dokuz yıl sonra 1783’te de Rus Orduları tarafından işgal edilmiştir.
Kırım’ı Kırım Türklerinden temizlemeye yönelik sistematik baskı ve zulümler Rus işgali ile başlamış, Kırım Türkleri, kitleler hâlinde Ak Topraklar olarak adlandırdıkları kardeş ve soydaş Anadolu’ya ve o dönemde Osmanlı toprağı olan Dobruca’ya göç etmişlerdir. 1900’lü yılların başında göç edenlerin sayısı 1,5 milyon, Kırım’da hayat mücadelesi verenler ise 300.000 kişiye ulaşmıştır.
Her şeye rağmen, 20. yüzyılın başlarında bütün Türk Dünyasını etkileyen bir Milli uyanışı başlatan ve Aralık 1917 tarihinde de
İkinci Dünya Savaşı’na kadar ve savaş yıllarında Kırım Türkleri, gördükleri eza, baskı, işkence ve ölümlerle tükenişin eşiğine gelmişti. İkinci Dünya Savaşı sonunda
Emir, 18 Mayıs 1944 gecesi Kırım Türklerine iletildi. İki saat içerisinde, evlerinden hiçbir eşyayı almaksızın, bulundukları köyün, kasabanın, şehrin meydanında toplanmaları isteniliyordu. Aynı gece Kırım Türklerinin evlerine zorla giren Kızıl ordu askerleri 10 dakika içerisinde evlerini terk etmelerini emrediyordu. Evini terk etmek istemeyenler zorla götürüldü. Direnenler, dipçik darbeleriyle hemen oracıkta öldürüldü. Çığlıklarla inleyen gökyüzünün karanlığını delmeye çalışan güneş, kana bulanmış Kırım topraklarına ilk ışıklarını gönderirken, 423.100 kişiden oluşan Kırım Türkleri, hayvan taşınmasında kullanılan tren vagonlarına, âdeta istif eder gibi yerleştirildiler. Vagonlara doldurulanların 57.000’i 0–5 yaş arası çocuk, 68.000’i ise 60’ın üzerinde yaşlı insanlardı.
Ertesi gün,
Bu sürgün Kırım Türkünün vatanından başka topraklara götürme anlamına gelmiyordu. Açıkça Kırım Türkünün toptan imha edilmesini amaçlıyordu. Yapılanlar tarihin o güne kadar yazmadığı bir vahşet uygulaması idi. Bu sürgün 300’den fazla insanın doldurulduğu hayvan vagonları içinde, bir aydan fazla süren yolculuk sırasında, kimsenin vagonlardan inmesine asla izin verilmeden, hiç kapıları açılmadan, hiç yemek verilmeden, cesetler dahi boşaltılmadan gerçekleştiriliyordu. Her türlü ihtiyaçlar, vagon içerisinde karşılanıyor, ölenlerin cesetleri kokmaya başlayıp esasen zor teneffüs edilen hava, tehlikeli ölçüde zehirlenince, pencerelerden rast gele atılıyordu. Yolculuk sırasında 195.371 kişi ölmüştü.